ANKA Ajansı'na konuşan Çandar, “Skandal niteliğinde birtakım durumlar da oldu. Alay konusu oldu. Çünkü talep edilenlerden bir tanesi 8-10 yıl önce ölmüş. O çıktığı açığa. O tarihlerde Türkiye’nin İsveç Büyükelçisi olan diplomat, bir mülakatında o sırada İsveç parlamentosunda milletvekili olan İran-Kürt kökenli birinin iadesinin talep edilebileceğini söyledi, büyük alay konusu oldu. Türkiye sefaretinin internet sitesinde vardı bu mülakatı, hemen kaldırıldı alay konusu olunca” dedi.
Çandar, İsveç’in NATO üyeliğine Türkiye’nin onay vermesine ilişkin de “Türkiye’nin İsveç’in NATO üyeliğine veto koyması doğru değildi. Yanlıştı. Sonuç olarak Türkiye İsveç’e vetosunu kaldırmış oldu. Eğer iç politikaya yönelik olarak diplomatik zafer kazanıldığı ilan edilmek isteniyorsa, böyle bir gerçeklik yok. Ama bence doğru olan yapıldı. Avrupa Birliği ile yeni bir dönemin en azından konuşulmasına uygun bir zemin yaratıldı” değerlendirmesini yaptı.
Çandar, Erdoğan’ın ilk başta İsveç’ten NATO üyeliğine karşı çıkarken, Türkiye’nin “terör” gerekçesiyle istediği isimlerin iade edilmemesini savunduğu konusunda şunları söyledi:
“Bu isimler hiçbir zaman netleşmedi. İlk önce bir 34 kişiden söz edildi. Ondan sonra Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan 2022 yılının Haziran ayında Madrid’de yapılan NATO zirvesinden Türkiye’ye dönerken rakamı 73 diye telaffuz etti. 73 kişi istiyoruz diye. Bir 34, bir 73 rakamı vardı. Kim isteniyordu, nasıl isteniyordu? Belli değil. Fakat bazı isimler sızdı. Gülen cemaatine mensup olduğu, PKK’li olduğu iddia edilen birtakım isimler İsveç basınına sızdı. Fakat bu isimlerin neredeyse tümünün iadesi mümkün değildi. Hukuken mümkün değildi. Çünkü bunların bir kısmı İsveç vatandaşı. İsveç kanunlarına göre İsveç vatandaşları iade edilmiyor.
"10 yıl önce ölen birinin iadesi istendi"
İkincisi, iadenin gerçekleşebilmesi için isnat edilen suçun İsveç hukukunda da olması lazım. Halbuki Türkiye’nin bu iade talebine dayanak olarak gösterdiği Türk hukukundaki maddeler İsveç’te suç değil. Öyle kanun maddeleri yok. O yüzden Türkiye kamuoyu da bir sürü şeyi anlamakta zorlandı… Türkiye’nin taleplerinin ne olduğu çok netleşmedi. Hatta skandal niteliğinde birtakım durumlar da oldu. Alay konusu oldu. Çünkü talep edilenlerden bir tanesi 8-10 yıl önce ölmüş. O çıktığı açığa. O tarihlerde Türkiye’nin İsveç Büyükelçisi olan diplomat, bir mülakatında o sırada İsveç parlamentosunda milletvekili olan İran-Kürt kökenli birinin iadesinin talep edilebileceğini söyledi, büyük alay konusu oldu. Türkiye sefaretinin internet sitesinde vardı bu mülakatı, hemen kaldırıldı alay konusu olunca.
"İsveç milletvekilinin iadesi istendi"
İsveç parlamento üyesi olan, o sırada hükümetin güven oyu ile devam edebilmesi onun oyuna bağlıydı. İranlı bir Kürt parlamenterin Türkiye’ye iadesinin söz konusu olabileceğini söyledi. Koskoca büyükelçi bunu bilmez mi? İsveç, bir milletvekilini, kendi milletvekilini üstelik hükümet onun oyu ile ayakta duruyor, onu kalkacak Türkiye’ye iade edecek. Böyle bir şey düşünülebilir mi? Bir büyükelçi nasıl düşünüp de bunu iddia eder. Tamamıyla Türkiye’nin içinde tribünlere oynamakla açıklanabilir. Ciddiyetle, bilgiyle açıklanabilecek durum değil. Ama bunu söyledi. Altını çizerek söylüyorum, İsveç’te alay konusu oldu. Büyükelçiliğin de internet sitesinden o görüşme TT adında bir İsveç kanalı ile yapılan görüşme silindi.
"İsveç makamları 'bize intikal edilmiş bir şey yok' diyor"
İsveç’te muhatap olduğum zaman şaşırıyordum. Diyorlardı ki ‘Türkiye 34 kişi mi istiyor, 73 kişi mi istiyor? 34 dediniz, Cumhurbaşkanınız Madrid dönüşü 73’e çıkardı bu rakamı. Bunlar kim?’ Bir bilgi yok. İsveç makamları ‘Bize intikal etmiş bir şey yok’ diyor. Ben Türkiye Büyükelçiliği’nden soruşturdum o sırada, kimler isteniyor diye. Bizde böyle bir dosya yok. İsveç ile bizim direk büyükelçilik olarak temasımız yok.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ismini ilan ettiği Bülent Keneş’in iadesi söz konusu olmadı. Cumhurbaşkanı Erdoğan bunu söylediği sırada olmayacağını bilmesi gerekiyordu. Çünkü İsveç kanunlarına göre Bülent Keneş’in iadesi mümkün olamaz. Eğer bilmiyorduysa da Cumhurbaşkanı, Bülent Keneş ismi üzerinde duruyorduysa, bir takım insanlara sorarak ‘Biz bu ismi sorarsak İsveç bunu bize verebilir mi? İsveç yasalarına göre durum ne?’ diye soruşturması gerekiyordu. Bunu yapmadığı anlaşılıyor. O zaman niye söyledi bunu? İç politikaya dönük, tribünlere oynamakla ifade edilebilir, sonuç almakla ilgisi yok. Zaten sonuç almak konusunda kararlı ve ilkeli olsaydı Sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, İsveç’in NATO’ya üyeliğinin önündeki vetoları kaldırmazdı. Niye kaldırdı, hiçbir şey almadı sonuç olarak. Somut olarak ne elde etti de kaldırdı?
İsveç’in NATO üyeliği konusu daha ziyade Türkiye’nin Rusya’ya ile ilişkilerinde özel bir anlam taşıyordu. İkincisi başka pazarlıklar, ABD’de ile F-16 alımıyla ilgili olarak bir anlamı vardı. Bir de tabii iç politikaya karşı ‘koca bir dünyaya dik duran bir Türkiye ve onun lideri’ olarak tribünleri oynamak bakımından pratik bir faydası var.
9 Kasım 2022 tarihinde yeni İsveç Başbakanı, merkez sağ bir Başbakan olarak Türkiye’yi ziyaret etti. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, İsveç Başbakanı Ulf Kristersson ile ortak basın toplantısında isim verdi. ‘Bülent Keneş adlı teröristin iadesi bizim için çok önemlidir. İsveç’ten bunu bekliyoruz’ dedi. Neye karşılık? Türkiye’nin İsveç’in NATO üyeliğine engellemeye karşılık… İsveç’te bu konu oldu. Bülent Keneş çeşitli mülakatlar verdi, İsveç basınına. Hiçbir terör eylemi ile geçmişi olmadığını net şekilde ifade etti. Fakat ilginç olan bugün geldik, şu anda Temmuz 2023 tarihine. Türkiye İsveç’e karşı vetosunu kaldırdı. Bülent Keneş nerede duruyor şimdi? Bülent Keneş ile ilgili durum ne oldu? Bir şey olması gerekmiyordu ama bizzat Cumhurbaşkanı Erdoğan, kameraların önünde İsveç Başbakanının yanında onun ismini telaffuz etti. ‘Bunu istiyoruz, eğer vetomuzu kaldıracaksak İsveç’e, bir takım isteklerimiz var. Açık söylüyorum, bir tanesi bu’ dedi. Yerine geldi mi? Gelmedi. 2022 yılında bu konu ortaya çıktığı günden bugüne Türkiye somut olarak, somut olduğu şekilde İsveç’ten ne istediyse bir, iki istisnası dışında yerine gelmedi.
"Yasa değişikliği NATO sürecinden önce yapıldı"
NATO yetkililerinin Cumhurbaşkanından ziyade gönderme yaptığı, ‘İsveç Anayasa’da değişiklik yaptı, yasa değişiklikleri yaptı. Yeni bir terörle mücadele yasası çıkardı’. Bütün bunlar doğru, ama tüm bunların hazırlığı, İsveç’in NATO üyeliği başvurusundan çok önce hazırlanmıştı. Türkiye’nin vetosunu kaldırmak üzere İsveç’in Türkiye’ye verdiği tavizler gibi algılanması söz konusu olamaz. Rusya, Ukrayna’ya saldırmadan çok önceden İsveç parlamentosuna verilmiş yasa teklifleriydi. Bunlar yasalaştı. Bu Türkiye’nin istediğiyle olan bir durum değil.
"Diplomaside elde edilmiş bir zafer yok"
Türkiye’nin İsveç’in NATO üyeliğine veto koyması doğru değildi. Yanlıştı. Niye? Çünkü İsveç ve Finlandiya gibi kimlikleri askeri tarafsızlık olan ülkeler son derece dramatik bir gelişme sonucunda batı dünyasının kollektif savunma ve güvenlik sistemi olan NATO’ya üyelik için başvurdular. Neyin üzerine? Rusya’nın Ukrayna’yı işgali üzerine. Rusya’nın Ukrayna’yı işgali Avrupa, dünya tarihinde ve dünya siyasi dengelerinde yeni bir sayfa açtı. Dolayısıyla 200 yıla yakın bir askeri tarafsızlık gütmüş olan İsveç ve 200 yıldır savaşmamış olan İsveç, Rusya ile 2 bin kilometreye yakın sınırı olan Finlandiya gibi ülkeler NATO’ya giriş için irade beyan ettiler. Türkiye’nin buna karşı çıkması bütün batı dünyası ve NATO çevrelerinde ‘Oyun bozanlık’, NATO kollektif savunma ve güvenlik ruhuna uymayan bir davranış olarak algılandı. O yüzden Türkiye’nin karşı çıkması zaten yanlıştı. Ayrıca bunu İsveç’in NATO’ya girebilmesini kabul etmesi için öne sürdüğü şartlar, verdiği isimlerin iadesi söz konusu olmadı. En son hatırlarsak, Vilnius zirvesine giderken Cumhurbaşkanı Erdoğan dedi ki ‘İsveç’in üyeliğine evet deriz, fakat bir şartla. Türkiye’nin Avrupa Birliği kapıları açılırsa deriz’. Öyle bir durum oldu mu? O da olmadı. Sonuç olarak Türkiye İsveç’e vetosunu kaldırmış oldu. Eğer iç politikaya yönelik olarak diplomatik zafer kazanıldığı ilan edilmek isteniyorsa, böyle bir gerçeklik yok. Ama bence doğru olan yapıldı. Avrupa Birliği ile yeni bir dönemin en azından konuşulmasına uygun bir zemin yaratıldı. Batının kollektif güvenlik sistemine İsveç’in de katılacak olmasıyla daha güçlenmiş oldu.”
Avrupa Birliği üyeliğinin gündeme gelmesi
Çandar, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üyeliğinin tekrar konuşulmaya başlanmasının da olumlu bir gelişme olduğunu ifade ederek, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Sayın Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, NATO zirvesi sonuçlarıyla ilgili yaptığı basın toplantısında dedi ki ‘Bu vesile ile Avrupa Birliği’ne üye ülke liderleri ile de Avrupa Birliği ilişkileri konusunda temaslarda bulundum. 52 yıldır Avrupa Birliği kapısında bekletilmekteyiz. Yeni bir umut, süreç. Yeter bu bekletilme konusunda. Bunları konuştuk’ dedi. Daha da öteye gitmedi dikkat ederseniz sözcüklerine. Bize şu sözü verdiler, bu sözü verdiler değil.
Kavala, Demirtaş, Atalay
Hemen arkasından Avrupa Birliği’nin parlamentosu olan Avrupa Parlamentosu Türkiye Raportörü olan Nacho Sanchez Amor bir açıklama yaptı ve dedi ki, Türkiye’nin İsveç’in NATO üyeliğine vetosunu kaldırmasıyla, ona 52 yıldır kapalı bulunan kapıların açılması diye bir şey söz konusu değil. Çünkü bunun olabilmesi için Türkiye’de AİHM kararlarının uygulanması, Selahattin Demirtaş’ın, Osman Kavala’nın serbest bırakılması, kayyum düzeninin ortadan kalkması, HDP’li belediye başkanlarının serbest bırakılması, tutuklu olan ve görevlerine dönmesi, bir de buna en son Can Atalay eklendi, malum… Türkiye, Avrupa Birliği’nin hukuk sistemine çok uzak noktada görünüyor. En önemli iki husus, hatırlarsanız geçmişte tartışılan. Bir, gümrük birliğinin güncellenmesi, iki vize serbestisi. Bir de çoğunluklu Suriyeli olan mültecilerin Avrupa’ya geçişinin önlenmesi, belli bir Avrupa Birliği fonlaması karşısında, onların Türkiye’de tutulmasıyla ilgili anlaşma yapıldı. Merkel’in önderliğinde. Bu üç hususun, üçüncüsü uygulanıyor şu anda. Arada bir onu Türkiye pazarlık kozu olarak kullanmaya başlayıp, ‘Bırakırım ha mültecileri’ demeye başladığı zaman biraz para aktarılıyor. ‘Sakın yapmayın’ filan deniyor. Türkiye’deki bir sürü insan hakları ve demokratik ihlallere de göz yumuluyor. Yani Avrupa fazla ses çıkarmıyor buna. Yani Avrupa’nın çifte standart politikasından bahsedeceksek, tam da bu noktada kolaylıkla bahsede biliriz.
"Türkiye terör mevzuatı Avrupa Birliği'ne uymuyor"
Avrupa Birliği’ne tam üyeliğe giriş ve tıkanmış olan müzakerelerin canlandırılması için gerekli ilk işaretleri olan gümrük birliği güncellenmesi ve vize serbestisi orada tıkanıyor. Çünkü vize serbestisinde 6 tane şart vardır. Tamam, biz vize serbestisi sağlayalım. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları Avrupa Birliği sınırları içinde vizesiz seyahat edebilsin ama siz de şu, şu, şu hususları yerine getirin diye. Bunun en önemlisi 6 husus vardı. Altıncısı Türkiye’nin terör mevzuatında değişiklik yapılması. Şu andaki Türkiye’nin terör mevzuatı Avrupa Birliği’ne katiyen uymuyor. O yüzden bir sürü insan hapiste yatıyor. Terörle ilgili mevzuat değişikliğini Türkiye yerine getirmediği için vize serbestisi sağlanmadı. Orada tıkandı iş. Pazarlığın unsurları yerine getirilmedi.
Tayyip Erdoğan, Avrupa Birliği üyeliğini İsveç’in NATO üyeliğinin vetosunun kalkması için şart olarak telaffuz ettiyse iyi oldu, birdenbire Türkiye ile Avrupa Birliği kelimeleri yan yana gelmeye başladı. O zaman, hadi artık 52 yıl bekledik, üye olalım diye tartışma başladıysa, niye üye olamıyoruz da tartışılmaya başlayacak. O zaman Türkiye’de her şeyden önce demokratik iyileştirmelerin yapılması, insan haklarına saygının yerine getirilmesi gerekiyor.
"Kendimizin diktiği engelleri kaldıralım"
Mademki Türkiye, Avrupa Birliği ilişkilerinde belli bir noktaya geldi, vize serbestisi vatandaşlarımıza vaat olarak ve Avrupa Birliği’ne talep olarak konuldu. Çok güzel, o zaman Türkiye’yi demokratikleşme yönünde, hukuk devleti yapma yönünde adımlar atalım. Avrupa Birliği’ne gidiş yolundaki kendimizin diktiği engelleri kaldıralım. Hayat kolaylaşsın, hem bizim hem de Avrupa Birliği için.”