Görünüşe ve ekranlardaki serzenişe göre insanlar sanki bir uykudan uyanmış
Etrafa şaşkınlık içinde bakıyorlar
Sonra gözlerini ovuşturup, tekrar bakıyorlar
Ve arkasından basıyorlar çığlığı…
Domates
Salatalık
Bulgur
Nohut
Sıvısı, katısı yağlar
Benzinle motorin kafa kafaya
Okul gereçleri
Elbise, ayakkabı
En nihayetinde tuvalet kağıdı
Bu ikiye, üçe katlanan değerlere
Nasıl gelmiş, ne zaman olmuş
Aman Allah’ım insanın inanası gelmiyor diyorlar!
Öncelikle eğri oturup doğru konuşalım ve uyuyordum yeni uyandım diye, hiç birimiz bu işin kolayına kaçmayalım ve bir kerecik olsa da artık dürüst olalım ve de bu durumu ellerimizle bizzat bizlerin hazırladığını kabul edelim…
Her şeyden önce muaddel bedel ya da maliyet fiyatı diye ticarette bir hesaplama vardır.
- Ürettiğiniz değerin
- Ana maddesi
- İşleme enerji gideri
- Çalışan ücretleri
Fire miktarı ve buna benzer, toplam cebinizden çıkan paranın, ortaya çıkan mamul ürüne bölünmesi sonucu, bir değer çıkar. Siz buna piyasada ki cari kar oranını ilave eder ve satarsınız.
Ama siz yıllardır örneğin; ekmeğin maliyeti, satış değerinden çok yukarıda olduğu halde, belirli dönemlerde, seçimler var ya da bakanlık engelliyor diye, bir guruba ve ya siyasete karşı durmanız ve hakkınız ne ise o fiyata yükseltmeniz gerekirken, tam tersi suskun kalırsanız, ya bunda bir beklentiniz var demektir ya da sektörsel bazda serbest piyasa şartlarına tam uyum sağlamamışsınızdır?
Eğer bu yönde ve çoğunluğu geçmişten üst üste konarak ve katlanarak gelen haklı gerekçelerden dolayı yapılan zamlara, haksız diyorsak? Elimize
kalemi kağıdı alıp, kürsü hamasetinden uzaklaşıp, matematik bilimi kullanıp, dört işlemle ‘’muaddel’’ değerlerini hesaplayarak pahalı mı, ucuz mu? Ona göre karar vermemiz gerekir…
Elbette şimdi özelliklede ücretli ve döviz ödeyerek mal üreten, TL ile satış yapan esnaf ile dövize dayalı enerji, yakıt ve gübre ile tohum gibi ithal ürünleri kullananlar, bu durumdan etkilendiler.
Pekiyi bu fırtınanın geleceğini bilmiyorlar mıydı?
Bilmez olurlar mı?
Ücretler ne zamandır, yoksulluk hatta açlık sınırının altında değil miydi?
Küçük ve orta ölçekli esnaf hatta taraf olmayıp, bertaraf olan büyük kuruluşlar bile bıçak sırtında bir karla, borcu borca ekleyerek işlerini ayakta tutmaya çalışmıyorlar mıydı?
Neden suskun kaldılar o zaman?
Çünkü hep bir siyasi vaat önlerine servis ediliyordu?
Herkes de buna inandı ya da kandı!
Oysa kapı gibi gözler önünde idi, harç bitmiş yapı paydos edilmişti…
Öncü fay hareketleri
Düşük ölçekli sarsıntılar
Büyük bir ekonomik depremin yaklaştığını açıkça gösteriyordu
Bu da kulak arkası edildi
Sonuçta oylar sandığa konur konmaz beklenen oldu
Büyük bir eko-deprem!
Hala inanmadık ve umursamadık
Sonuçta dev bir ‘’devalüasyon tsunami dalgası’’ herkesi altına alıp sürükleyip götürdü!
Bundan zarar görmeyenler ise deniz kenarındakiler değil, tepe, yayla ve rezidans gibi yüksek yerlerde yaşayanlar oldu. Oysa bu gidişatın asıl sorumlusu sahildekiler mi yoksa yükseklerdekiler miydi?
İşte bilimsel olarak bu iyi araştırılmalı ve mutlaka sonuçları ortaya konmalıdır!
Ekmek zammı, şarbon gibi anlık gündem maddeleri yerine, neden bu duruma geldiğimizi sorgulamaz ve bunun bizzat bizim yanlış seçimlerimizden dolayı kaynaklandığının idraki içinde olmazsak? Önümüzde ki Mart ayında, bir başka eko-tsunami dalgasında, olanı da kaybetmemiz elde değil…
Aslında zamlar değil, ücretler düşük!
Suçlu ise alım gücü olarak eskisinden de geride iken, ücretlilere hayat öpücüğü vermeyip, seni ekonomik saldırı ile avutanlar ve baş başa bırakanlardır…
İster askeri ister ekonomik ne yönde olursa
olsun, eğer bir düşman ve saldırı varsa?
Bu düşmanı hepimizin gözümüzle görmemiz ve aynı eşitlikte hissetmemiz gerekir.
Sözün özü;
Birilerinin gördüğü ama kimsenin görmediği düşman ise Kaf dağında ki devden öteye geçemez!