banner16

Yüce önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’ün bazı laflarını neredeyse yüz yıl sonra çok daha iyi anlayabiliyoruz. Örneğin Gençliğe Hitabesi’ndeki, “Bütün bu şeraitten daha elim ve daha vahim olmak üzere, memleketin dâhilinde iktidara sahip olanlar, gaflet ve dalalet ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri, şahsi menfaatlerini müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakruzaruret içinde harap ve bitap düşmüş olabilir” uyarısı gibi. Fakruzaruret ileri derecede yoksulluk demek. Marketteki enflasyonun en aşağı yüzde 150-200 olduğu bir ülkede benim emekli maaşıma yüzde 24.5 zam yapılırsa ben ve benim gibi sabit gelirlilerin (emekli, işçi ve memur) fakruzaruretle tanışmasına çeyrek kalmış demektir. En son arabamın deposunu 270 liraya fullemiştim. Gerekmedikçe kullanmam. Bir depo 2-3 ay gider. Birkaç gün önce 728 liraya doldurdum. Alkol ve araba kullanmak bağdaşmıyor ama benzincide gözlerim bir dansöz aramadı desem yalan olur o kadar hesabı bayıldıktan sonra. Böyle hoş sürprizler belki bizi de gözlerimizin içine baktırma kıvamına getirir. En azından fakruzaruretimize rağmen benzinciden pişkin pişkin sırıtarak çıkmamıza vesile olabilir.

Neyse durumu biliyorsunuz zaten, battık. Uzun uzun patlıcan, kabak, hıyar anlatıp sinirlerimizi bozmayalım. Rahmetli Enis (Fosforoğlu) Ağabey’in bir radyo programı vardı, “Yoksa izahı vardır mizahı” diye. Ne kadar haklıymış sevgili ağabeyim.

TÜRK, BODUN, ERTİN, ÖKÜN

Gençliğe Hitabe dedik ve fakruzarureti öğrendik. Şimdi de karnelerimizden hatırladığımız “Türk, çalış, öğün, güven” sözündeki “Öğün”ü inceleyelim. Yanlış bilinen gibi övünmek manasında değil. Orhun Yazıtları’ndaki “Ders al” anlamındaki “Ökün” kelimesinden geliyor. Bilge Kağan, Orhun Yazıtları’nda, "Türk, bodun, ertin, ökün" diye uyarmış Çinliler’e öykünen halkını. En açık haliyle, “Düşün, ders al ve vazgeç” diyor. Kelime kelime olmasa da günümüzdeki, “Titre ve kendine gel” ile anlamdaş. Yani Ata’mız bize çalışmamızı, ders almamızı ve kendimize güvenen insanlar olmamızı tembihlemiş. Biz de bunları yapmak yerine bin katır gücünde yanlış anlayıp sadece Türklüğümüzle övünmeyi tercih etmişiz. Sonuç ortada; hıyar 35 lira!

GRİGORY PETROV

“Bu kim?” diye sorsam üç beş kişi cevap verir. “Beyaz Zambaklar Ülkesinde’nin yazarı” desem bir üç beş kişi daha “Hıııı” der.

Grigory Ağabey fakir sayılacak bir ailenin din eğitimi almış çocuğuydu. 20’nci yüzyılın başlarında görüşleri yüzünden kiliseden atıldı, Kırım’a sürgüne gönderildi. Bu cezalar onu daha popüler yaptı. İstanbul ve Sofya maceralarından sonra kendisine profesörlük veren Yugoslavya’ya yerleşti. Paris’te hastalığına çare ararken hayatını kaybetti. Külleri eşi ve kızının yaşadığı Sırbistan’daki Novi Sad kasabasına defnedildi. Daha sonra kızı Sırplar’a kızıp mezarını açtırarak babasının küllerini Münih’e götürdü.

59 yıl süren kısa ancak çoğu çapkınlıkla geçen, maceralı ve renkli hayatı sona erince de durulmamış, külleri bile seyahat etmeye devam etmiş.

Niye mi bahsettik bu kadar Grigory Petrov’dan? “Halk nasılsa onu yönetenler de öyledir” demiş 1900’lü yılların başında.

2 MASKE 50 KAYME!

Çok az halkımızdan bahsedeceğim izninizle. Patlıcan 45 liraya çıktıysa bu memlekette bunda sadece Akp Hükümeti’nin beceriksizliğinden söz edemeyiz. Kabzımalından, nakliyecisine, pazarcıdan manavına herkesin payı var.

Dolar çıkıyor hıyara zam geliyor, dolar düşüyor yine hıyara zam geliyor. Anlamanın imkanı yok. Allah’tan sakallıyla Haluk Bilginer ve arkadaşları var da “Manyak manyak şeyler” adlı eseri mırıldanıp beynimizi rahatlatıyoruz.

Dönelim konumuza...

Zam furyası var ya, tutan yakaladığını öpüyor. Bir arkadaşım anlattı. Markette 4 liraya satılan kolayı bir kafecikte 8 liraya içmiş. Hergün her mala zam yağarken hiçbir market eski fiyattan aldığı malı eski kâr marjıyla satmadı. Deposu büyük olanlar köşe oldular. Pandeminin ilk günlerinde 50 liraya 2 maske aldığımı hatırlıyorum ki o günlerde dolar 7.5 liraydı. Yıl 2003, Galatasaray maçlarını Olimpiyat Stadı’nda oynuyor. Maç önceleri stadın otoparkı Dünya’nın en büyük meyhanesine dönüşüyor. İçenler bilir, içki acıktırır. İç, maçı izle, arabana gel. Dağın başındasın, susuzluktan ölmek üzereysen kesin ölürsün. Ne bakkal ne büfe hiçbir şey yok, yol bile. Onbin araç tek delikten çıkıyor. Bazen üç saat bekliyorsun arabada kıpırdamadan. Bir uyanık maçlarda peynirli pide diye satılan beşinci kalite peynirli poğaça getirmiş tanesi 5 liradan satıyor. Pastanede 25 kuruş poğaça o zamanlar, simit de 20 kuruş. Yirmi poğaça fiyatına bir tanesini satıyor! AKP henüz bir senedir iktidarda. Anlayacağınız henüz tahrip gücü düşük. Damat, oğlanlar falan hepsi okuldalar. Poğaçacı çocuğun kılığından dini bütün biri olduğu belli, takkesi, sakalı falan var. Gencim o zamanlar, çok cesurum, “Arkadaşım Allah’a inanır mısın?” diye sordum. Ters ters baktı ve, “Tabii ki, haşa sümme haşa” dedi. “O zaman cennet ve cehenneme de inanıyorsun ya, cehennemde en iyi masayı sana ayırdılar bu geceki performansından dolayı” dedim. “Sana ne alan razı satan razı” dedi. “Allah razı değil ama” dedim kendi anlayacağı dilden ama gözündeki para hırsı dini akidelerini akide şekeri ayarına indirmişti maalesef.

Pandemide ilk sokağa çıkma yasağı akşamı, hani şu Luppo’lu olan. 1 ekmeği 10 liraya sattı insafsızlar, 75 kuruştu o zaman. Daha çok örnek verebiliriz. Ne yazık ki bizim millet böyle. Yakaladı mı affetmiyor!

İşte bu sebeple andık Grigory Ağabey’i!

[email protected]

Yorumlar
Adınız
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

banner36

banner50